Eserin
başında yazar kendisini hem Fransız hem Lübnanlı hissetmesi ve bunu açıklaması
kimliğini, çıkarlar ve hak tanınırlıktan çok hissettiği duygular ve
biriktirdiği anılar ile açıkladığını görüyoruz. ‘’
Özel bir dozda onu biçimlendiren bütün öğelerden oluşmuş tek bir kimliğim
var.’’ Maalouf’un bu tanımı kimliğin genellemesinin ne kadar doğru olabileceği
sorusunu akılara getiriyor.(s. 9.)
İnsanlara kabul ettirilen kimliğin ne kadar oranda kişiyi tanımlıyor
olabilir. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu Doğu-Batı tartışması aslında
hazırcılığın kolaycılığın bir göstergesi. Çünkü kimlik veya genellemeler asla
ama bir insanı tanımlayamaz hele ki toplum söz konusu ise bu imkânsız denecek
boyuttadır. Amin Maalouf’un özel bir doz tanımı bu konuda yol gösterici
olabilir. (s. 9.)
Türkiye gibi köprü durumunda olan bir ülkenin
içinde olduğu durumda budur. Türkiye ne doğulu ne batılıdır. Türkiye özel bir
dozda ayarlanmış, her santimetrekaresinde farklılık gösteren bir kimliğe
sahiptir. Elbette bu sadece Türkiye için değil diğer bütün ülkeler için
geçerlidir, Amin Maalouf’un gösterdiği bir başka nokta ise, kimliğin
kazanılabilir bir şey olduğudur ve en küçük yerlerde kişiler arasında
farklılıkların olmasının en basit açıklaması da budur. (s. 15.)
Aidiyetin
saldırıda olduğunu hissetmek ve buna karşılık kişinin aynı şekilde cevap
vermesi, alışıla gelmiş 20 ile 21 yy. gerçekleşen çoğu olayın belki de en basit
açıklamasıdır. (s. 15-20.) ‘’Öteki ile yan yana yaşamaktan sıkıntı duymuş
Hristiyan Batı, ifade özgürlüğü saygılı toplumlar ortaya çıkarabilmişken, uzun
zaman yan yana birlikteliği uygulamış olan Müslüman dünyası neden artık
fanatizmin kalesi olarak görülür. (s.52) Maalouf’un bu çıkarımı ve sorusu
okuyucu bir başka sorudan diğer bir soruya sevk ediyor. Bu sorunun cevabı için
iyi bir tarihi arka plana sahip olmak gerekir, bu kesin. Diğer taraftan ufuk
açıcı bir soru ve günümüzde oluşan bu tabloya her bakıldığında okuyucunun
aklına bu sorunun gelmesi muhtemeldir.
Cevap
verilecek olsa, şu şekilde olurdu;
İslamiyet’in
doğuşundan 150-200 yıl sonra ki oluşan devletlerin genişlemesi sırasında
gerçekleşen ve daha da ileriye götürülebilir olan o tabloda Müslümanlar kendi
kültürlerini güçlendirip ve siyasi amaçlarını birer birer gerçekleştirirken, diğer
dinlerden olan insanları mazur görüp Dar’ul İslam’da yaşamalarına izin
veriyorlardı. Hristiyan batı kültürünün devam edegelen süreçte büyük atılım
gerçekleştirerek oluşturduğu kültürel ortam, İslam kültürüne mensup insanların
fundamentalist bir yaklaşım sergilemesine sebebiyet verdi. Çünkü geçmişe
sarılıp, nostalji yaratmak Müslümanlar için şu günkü durumda merhem
niteliğindeydi. Ancak bu merhem zihinleri uyuştururken gözleri ise kör etme
noktasına getirdi. Fanatizm ve vahşet bu noktadan sonra devreye girdi.
İlerleyen bölümlerde Maalouf şu sözleri ile düşüncemi destekler nitelikte ‘’ Müslüman toplumu kendini güvende
hissettiği her defasında açık olmayı başarmıştır.’’ (s.56.)
‘’Çinliler,
Afrikalılar, Japonlar, Kızılderililer ya da Amerika yerlileri için, Yunanlılar
ve Ruslar için, İranlılar, Araplar, Yahudiler ya da Türkler için modernleşme,
sürekli olarak kendilerinden bir parçanın erk edilmesi anlamına gelirdi.’’ Maalouf’un bu cümlesinde açıkça görülen bir
şey var, o da medeniyet çatışması. Batının bu durumu karşısında diğer
medeniyetlerin takındığı durum ne olursa olsun, içlerinde her zaman var olacak
bir burukluk ile yaşamlarını idame ettirecek ve bu da kimi zaman açıkça olacak
şekilde kimi zaman da gizlice, bir kültür, medeniyet çatışmasına dönecek olduğudur.
Sindirilmenin tehlikesini sorgulamak, böylede açıklanabilir. (s.61-62.)
Öte
yandan Maalouf şunu da belirtir. Batıda bile küreselleşme sonucu, farklı bir
batı kültür öğesinin varlığının yarattığı durumun şüpheyle ve kınama ile
karşılandığı dolayısıyla bir batı kültürünün bir başka batı kültürünü dışlaya
bilir olması bizi şu noktaya getirir. O coğrafya da ki egemen kültürün herhangi
bir başka bir kültürün kendi parçasını göstermesine karşı egemen kültürün
savunma durumuna geçip ona karşı pozisyon alması olağandır. (A. Maalouf’un
Fransa ve A.B. D. Örneği gösterilebilir.) (s.63-64.)
‘’
Ben burada sadece radikal dinciliğin Arapların ya da Müslümanların en içten, doğal seçimi olmadığını tekrar tekrar
söylemek istiyorum.’’
Fundamental
düşünceye giden bir) sürecin söz konusu olduğu apaçıktır. Bu süreç 20 yy.
siyasi tarihine bakılarak anlaşılabilir.(s. 73.) Kitabın ilerleyen bölümlerinde Maalouf başka
bir pencere açar ve aidiyetleri değişkenliği hakkında bir çıkarımda bulunur, bu
da zaman içinde aidiyetlerden bahsederken, öne sürerken sürece göre, farklılık
göstermesi olduğudur. (s. 86.)
Amin
Maalouf’un dikey, yatay ayrımı dikkat edilmesi gereken bir nokta. Bu ayrım ise
şu şekilde; dikey farklılıklarımız iken yatay ise benzerliklerimizdir ve dikey
mirasın ön plana çıkarılmasının nedeni olarak ise Maalouf ‘’ Farklılıklarımızın azalması ve
benzerliklerimizin çoğalması ’’ olarak görür. (s. 106.)
Sonuç
olarak kitap günümüz dünyasının bu hayret verici durumuna cevaben yazılmış bir
eser Okuyucuya kattığı farklı bakış açıları mevcut ve en önemlisi okuyucuyu
düşünmeye zorlaması. Bildiğimiz basit bilgileri çatışmaları, anlaşmazlıkları,
geri kamışlıkları irdeleyip bir çerçeveye oturtması Maalouf’un bir başka dikkat
çekici özelliği. Özetle Ölümcül Kimlikler aslı bu kitabın okuyucuya
kazandırdığı en önemli şey yaşadığımız coğrafyaya farklı bakmayı sağlamış
olması ve isteksiz olduğumuz sorunları iyi niyet ve dürüstlükle cevaplamaya
çalışması, kitap bu açıdan son derece değerli ve dikkate değer bir çalışma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder